8 Şubat 2013 Cuma

RUHUAZAM ile ALEM DÖNÜŞÜ

RUHLARIN TEKRAR GELDİĞİ ÂLEME DÖNÜŞÜ


Ulu Tanrı, bu duruma düşen insana, Rahman -çok acıyıcı- niteliği ile acımış, onları bu durumdan kurtarmak için, kutsal ve gerçekleri bilen Ruhu taşıyan bazı özel kişileri -Peygamberler ve Veliler- onlara göndermiş ve

“İrcii ila Rabbiki – Tanrı’na dön” (Fecr 28)

çağrısında bulunmuştur. İlk oluş âleminde Tanrı’nın belirtisi olan, Kutsal Ruhu taşıyan, bu madde âlemine gelip, tekrar O’na dönüp kutsallaşan ve yeryüzündeki Tanrı ile anlaşmasını unutmuş şaşkın insanları ayıktırmak için, Tanrı tarafından tekrar gönderilen, Tanrı bilgini ve güzel ahlâklı kişiye: “Kâmil İnsan” denmiştir. Olgun insanın içi Hak, dışı halktır. Yani içi kutsal Nur, dışı maddedir. İçi ile, içlerin içi Tanrı’ya, dışı ile insanlara yöneliktir. Bu durumu ile iç ve dış âlemi birleştiren bir noktadır.

“Kül innema ena beşerün mislüküm yuha - De ki bende sizin gibi insanım, ancak sizden fazla olarak bende, Tanrı’nın Kutsal Sözü ve Kutsal Ruhu , yani üstün Tanrı bilgisi vardır.” (Kehf, 110)

“In hüve illa vahyün yuha - Peygamber (Muhammed) –Olgun İnsan- ne söylerse vahiy -Tanrı sözü- dür”. (Necm, 4)

Olgun İnsanın sözleri Tanrısaldır. Cahil insandan ayrıldığı yön budur. Yoksa O da insandır. Geri dön çağrısı ile görevlendirdiği Olgun İnsana uyan ham kişilere, Olgunun göstereceği yolda ve Onun yüksek terbiye - eğitimi altında Tanrı’nın lütfu onları tekrar ilk durumlarına geçirmektedir.

Yeniden maddenin katılığından latifleşmek sureti ile kurtulup, Tanrı’nın güzel nitelikleri ile bezenip, Tanrı bilgisine kavuşacak, iyiliği ve doğruluğu bulup kutsallaşacak ve Olgun İnsan olmak olanağını kazanacaktır. Bu eğitime eski Tasavvuf bilginleri Seyri süluk – Tanrısal yolda seyretme –yürüme demişlerdir. İşte Tasavvufta Seyri süluk, Velâyet, Tarikat namları ile adlanan Tanrı Yolu, bu Kutsal ve Ruhani, sonsuzluk yolculuğudur. Bunun bir adı da tecrit – maddeden soyunma- kötülüklerden arınma, pâklanmaktır. Tanrı: “Soyun, kavuş” demiştir.

Olgun İnsan sönmemiş kirece ve incire benzer. İncirin içi dolu, şirin, kendi bir tane olup, çekirdeği binlercedir. O çekirdekler,

“İnsana bütün adlarımı öğrettim” (Bakara,31)

âyetinde belirtilen tüm bilgilerdir. Her çekirdek bir adın yansıtıcısıdır. Çünkü varlık bir, nitelikleri binbirdir.

İnsana “büyük nüsha” da denmiştir. Bütün gerçekleri kendisinde toplamış anlamınadır.İnsan,Tanrı’nın Zâtına ve bütün niteliklerine aynadır. Bu yönü ile de bütün nesneleri hem kendinde toplamış, hem de hepsinden üstündür. Niyazi Mısri’nin:


“Hüdanın sun’una âyine âlem,

Düşüptür Sâniin mir’atı Âdem”


“Tanrı’nın sanatlarına nesneler aynadır.

İnsan, sanatçının-Tanrı’nın kendisine aynadır”


sözü, İnsanın Tanrı’yı yansıttığı gerçeğini ifade etmiştir.

Özellikle insanın kalbi, Tanrı’yı yansıtan büyük ve çok parlak bir ayna veya ampul gibidir. Bu gerçeği Tanrı, “Yere Göğe sığmam, inançlı insanın kalbindeyim” sözü ile açıklamıştır. Bu yönü ile Olgun insan, bilgisiz ve Tanrı’sal eğitim görmemiş insandan tamamen ayrıdır. Bilgisiz insana insan-ı hayvan denmiştir. Bu durum insanın bedeninde de görülür. Diyafram ile beden ikiye bölünmüştür. Üst tarafta kalp ve beyin, alt tarafta kirli sindirim organları ve tenasül aletleri vardır. Diyaframın üst kısmı Meleki, alt kısmı hayvanidir. Ancak kalbinde Tanrı Nuru ve beyninde Tanrı düşüncesi ve bilgisi olmayan insanın, tamamı hayvandır. Daha da aşağıdır. Erzurumlu Osman Kemali Efendi bu gerçeği şu beytiyle çok güzel ifade etmiştir.


“Sireti hayvan dolu, surette insan istemem,

Meyli esfeldir onun, hayr işlese eyler vebal”


Böyle bir insanın temayülü daima belden aşağıyadır. Onun için, hayrı da şerdir.


Varlık kendisi olan Tanrı, her yerdedir ve O, bize bizden yakın olduğunu Kur’an’da açıklamıştır.

“Ve nahnü akrebü ileyhi min hablil varid – Biz insana, boğazındaki damardan daha yakınız.” (Kaf, 16)

O, her yerdedir ve yerden münezzehtir. Zira mekân –yer- kendisidir. Yerin yeri olmaz. Varlık kendisi olan


Tanrı, ilksiz ilk, sonsuz son, dışsız dış, içsiz içtir. İlkin ilki, sonun sonu, dışın dışı, için içi olmaz. O bir bütündür, ilk, son, dış ve iç O’dur. Çünkü O, kenarı olmayan ve nesneler kendisinin çeşitli belirtileri olan daimi varlıktır. O nesneleri ve zamanı kendi varlığından yaratan ve zamanla da bağlı olmayan ezeli ve ebedi var olandır. Zaman kendisidir. (3) Var olan Odur. Var vardır, yok yoktur


____________________________________________________________________________________


(3) İlk ve son ve iç, yani gayip, dış yani hazır, kendisi olan Tanrı için zaman düşünülemez. Çünkü; mazi yani evvel, ati yani son, hal yani hazır kendisi olan Var’a zaman olamaz. Geçmiş, gelecek ve hazır olan O olduğuna göre; geçmiş ve şimdiki ve gelecek O birtek varlıktır. O, daimi olduğuna göre, geçmiş, gelecek, şimdiki daimi şimdidir. Zaman varlığın belirtileri olan nesnelere göredir. Mutlak Varlık ezeli, ebedi ve daimi olduğundan, O’nun için zaman düşünülemez. Zaman, başı ve sonu olan sınırlı ve geçici varlıklar içindir. Fıskiyeden fışkıran damlacıkların havuzdan çıkıp tekrar havuza döndüğü sıradaki olayda geçen bir zaman vardır. Havuz bu sırada zamanla bağımlı değildir. Tıpkı onun gibi, O’ndan -Tanrıdan- var olup, tekrar onda yok olan nesneler zamanla bağlıdır. Mutlak ve daimi var olan Tanrı zamanla bağlı değildir. O bizzat mekân ve zamandır. Mekânın ve zamanın, mekânı ve zamanı olmaz.

Tanrı bize bizden yakın olduğunu bildirmiştir ve her şeyi kapladığını söylemiştir. Öyleyse O, bizim hem içimizde, hem de dışımızdadır. İçi röntgen ışınları ile ışıklandırılmış bir odaya giren insanın, o şiddetli ışıklar bedenini deler geçer. Bu durumdaki insanın ışık hem içinde, hem de tüm çevresindedir. Bu durumu Niyazi Mısri:

“ Hak bizim sinemizde, biz de O’nun sinesindeyiz.” sözü ile ne güzel ifade etmiştir. Tanrı Nurunda bilgi olduğu gibi, ses, konuşma ve görüp işitme nitelikleri de vardır. Yine Niyazi bundan 300 yıl önce:

“Hak Taâla nurunu eyleyip kelâm, Kelâmını nur...” mısraı ile, bu durumu açıklamıştır. Bu gün radyo ve televizyon, Niyazi’yi doğrulamıştır. Işık sese, ses de ışığa dönüştürülebilmiştir.

Tanrı var olanın kendisi ve bize bizden yakın, hatta tüm nesneleri kapladığı ve bunu Kur’an’da apaçık bildirdiği halde, insan Tanrı’dan neden bizzat faydalanamıyor? O’nun Kutsal Nurundan, tatlı sesinden fayda görmüyor? Bunun örneği, elektrik her yerde, maddede, suda, havada, hatta insanın kendi vücudunda vardır. Ancak biz bunu göremez, anlayamaz ve faydalanamayız. Bir de elektrik teşkilâtı vardır. Enerji üretimi ve ampuller vardır. Düğmeye bastığımızda ampul ışık yayar. Çıplak kabloya elimizi sürsek etkileniriz. İşte elektrik her yanımızı sardığı halde ve kendi bedenimizde olduğu halde, ondan nasıl ki doğrudan doğruya faydalanamayız, Tanrı’dan da doğrudan doğruya ilişki kurup faydalanamayız. Çünkü Tanrı çok büyük ve sonsuz Nurdur. O, kendini nesneler ve Olgun İnsan ile perdelemiştir. Olgun İnsan, O Nuru neşreden ampul ve o enerjiyi muhafaza eden kablo gibidir. Olgun İnsanla karşılaştığımız zaman, ki bunlar Tanrısal kişilerdir (Peygamber ve Tanrı bilgini Veliler) Nur olan Tanrı ile karşılaşmış gibi oluruz. Onun kalbi, Tanrı’yı yansıtan büyük ve parlak bir ayna veya elektrik neşreden bir ampul gibidir. Elektrik yüklü kabloya benzer. Onun eli beyazdır,

“Elyedel beyza”. (Neml – 12)

Musa’nın ışık saçan beyaz eli gibidir. O Olgun İnsana uyan, doğrudan doğruya Tanrı’ya uymuştur.

İnnellezine yubayiuneke innema yubayiun Allah yedillahi fevke eydihim - Ey Peygamber, sana uyanlar (biat edenler) ancak ve ancak Tanrı’ya uymuşlardır (tâbi olmuşlardır) ve Tanrı’nın eli onların ellerinin üstündedir, yani Tanrı eline tutunmuşlardır.” (Feth, 10 ).

“Allah’ın ipine tutunun” (Âl-i İmran, 103)

Âyeti de bu gerçeği açıklar. Çünkü Peygamberin – Olgun İnsanın – nefsi, Tanrı’nın Kutsal Kelimi Kur’an’dır.

“Men yütiür Resule fekad ata Allah - Tanrı Elçisine uyan, Tanrı’ya uymuştur.” (Nisa, 80)

“Kul inküntüm tuhibbun Allahe fettebiuni - De ki siz Tanrı’yı seviyor iseniz, bana tâbi olun (bağlanın)” (Âl-i İmran, 31).

“Vebteu ileyhil vesile – Tanrı’yı bulmak isteyen vesileye - aracıya uysun” (Maide, 35)

Âyetleri, Olgun İnsanın gereğini, önemini belirten apaçık delillerdir. Olgun insanı bulmadıkça ve Ona bağlanıp, Onun Tanrısal yoluna girmedikçe, Tanrı’dan ve Mânevi nimetlerinden, Tanrı feyzinden faydalanmak imkânsızdır. Karanlık bir gecede elektrik ışığı her yerde deyip, ışığı ampulden başka yerde aramak şaşkınlıktan başka bir şey değildir. Çünkü Tanrı, yolunu, düzenini böyle kurmuştur. İnsanlara bu şekilde kendinden faydalanma yolunu göstermekle, adâletini de belirtmiştir.

Tanrı, insanı kendi Sıfatında yaratıp, Onu akıl Nuru ile çok büyük işler yapacak bir niteliğe kavuşturmuştur. Bu gün, Göklerin esrarını çözecek bir yeteneği bulunduğunu isbatlamıştır. Bu durumda da onu kendisine, insanlara ve elinin altındaki yönettiği başta çoluk çocuğu olmak üzere, çevresine karşı sorumlu tutmuştur. Göklere tırmanan insan, çoluk çocuğunun ve devlet kurma yeteneği ile tüm aciz


insanların sıhhatini ve onların ekonomik yaşantılarını, eşitlik ve adaleti sağlayacak yeteneklere sahiptir. Bu durumda, Diderot ve Russell gibi yüksek bir bilgi seviyesine erdikleri halde “küçük çocukları Tanrı niçin hasta ediyor? Tanrı olsa adil olur ve bu çocuklara hastalık vermez” gibi saçma laflar insanı doğrusu düşündürmektedir. Diderot, Russell ve benzeri materyalist bilginler, ana-baba ve sosyal devlet gerçeğini bilmeyecek kadar cahil olsalardı bu konuya değinmek istemezdik. Salgın hastalıkların dışında, çocukların hastalığından anne ve babası ve o ülkenin devleti sorumludur. Ölüm ise, Tanrı’nın takdiridir. Onu hiçbir kuvvet durduramayacaktır. Harpler, insanların birbirine olan çekememezliği ve yöneticilerin ihtirasları nedeni ile olur.Tanrı insanı akıl ile bezemiş, sonra onu sorumlu tutmuştur.Harpler, insanlar tarafından çıkarılmaktadır. Haksızları Tanrı muhakkak cezalandıracaktır. Harp vahşeti Tanrı’ya atfedilip, Tanrı inkâr edilemez. Bu da başka bir saçmalıktır.

Tanrı’nın düzenini hiç kimse değiştiremeyeceği gibi, kurulu düzenini şunun bunun hatırı için kendisi de değiştirmez.
 
 
 
(Sayın Kâzım YARDIMCI)

RUHUAZAM ile EHADiYET Özün Hakikat Perdesi

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...


"Külhüvallahü ehâd - De ki O Allah’tır, tekdir." (İhlas, 1)

....Hazret-i Kur’an Allah kelâmıdır. Kur’an’ın bir dış, bir de iç anlamı vardır. Dış anlamı geneldir, iç anlamı özeldir. İç anlamı çok derindir. Çok yüksek Tanrısal bir tefekküre dayanır. Kur’an, en yüksek bilimsel kitaptan daha bilimsel ve daha yüksektir. Bazı mollaların sandığı gibi O sadece okumakla bilinmez. Bu gün bir cebir, bir yüksek matematik ne kadar zor ise, Kur’an’ın gerçek anlamına ermek, onlardan çok daha zordur. Öyle Kur’an, bazı hocaların zannettiği gibi, Arapça gramerini bilmekle okunup anlaşılmaz. Bilhassa Tanrı tekliği ve Ruhaniyetle ilgili bölüm ve Âyetleri…

Halbuki Kur’an, insanlığı aydınlatsın, bilmediğimizi öğretsin diye geldi. Okuyup geçmemiz için gelmedi. Kur’an’ı anlayarak okumak, O’nun yüksek tefsiri olan İlâhiyat bilgini Velilerin eserini okumakla olur ve Rahman olan Allah, her yüzyılın başında Kur’an’ın yüksek anlamını tekrar rahmeti ile kullarına açar.



AHADİYET-TEKLİK




“De ki O Allah’tır, tekdir." (İhlas, 1) Arapçada Hu –O, zamiridir. Şimdi, bu Hu –O- zamiri üstünde duracağız. Bilindiği gibi O zamirdir. Ben, sen, o gibi. O sıfat değildir. Zamir ise bir şeyin kendisi, varlığı demektir. Sıfat bir nesnenin nasıllığı ve niteliğidir. Meselâ gül zamirdir. Gülün kırmızılığı veya beyazlığı onun sıfatıdır. Bunun gibi, Hu -O- Tanrı’nın kendisidir, sıfatı değildir. Tanrı’nın Rahman –acıyıcı-, Afuv –af edici, Gafur-bağışlayıcı- ve benzeri adları, sıfatlarıdır. Hu, kendisinin vücududur, onun için Tanrı Kur’an’da, O Tanrı’dır ve O tektir -eşsizdir- buyurmuştur.

RUHUAZAM ile KUR’AN-I KERİM GÜNEŞ Yolu

KUR’AN-I KERİM GÜNEŞ GİBİDİR.

“Belhüve Kur’anün mecid - Evet O Kur’an yenidir (tazedir), tazelenmektedir ve asildir.” (Buruc - 21)

Kur’an-ı Kerim, Tanrı’nın büyük bir Nurudur. Asıl “Nurların kaynağı” olan “Levh-ü Mahfuz (korunan Levha)” dadır. O, tamamen büyük bir “İlim Güneşi”dir. Tanrı, Güneşi “Mecid, tazeleyen (yenileyen ve asil)” adıyla her an tazelediği gibi; Kitabı(Kelamı) olan Kur’an-ı Kerim’de, Güneş gibi her an tazelenmektedir.

Çünkü Kur’an, Tanrı’nın “Kelam Sıfatı”dır. O halde “ezeli ve ebedi”dir. Tanrı’nın Zatı (Varlığı) ezeli ve ebedi olduğu gibi, Sıfatları, yani nitelikleri de Kendisiyle beraber ezeli ve ebedidir.

Allah’ın kelamı da kendisi gibi kadimdir. Tanrı Nur olduğundan, Sıfatları da (nitelikleri, nicelikleri) Nurdur. Nur daima tazedir. Daima taze olan, hem sürekli yararlı; hem de sürekli güzeldir. Taze olandan, hiçbir zaman usanılmaz. Güneş gibi… Güneşten hiç usanmıyoruz! Her an… Geçmişte ve şu anda faydalanmaktayız. Gelecekte de faydalanacağız… Kur’an-ı Kerim’de Tanrı’nın sıfatı olduğundan; Ondan da her zaman faydalanırız. Ve ondan hiç usanmayız. Yeter ki Onun, “Nur olduğunu” bilelim. Yunus’un dediği gibi:

‘’HER GÜN DOĞUCULARIZ(Güneş gibi) KİM BİZDEN USANASI’’

Kur’an’da, “dış ve iç alemin” bütün sırları, gerçekleri vardır. Bunu bilen için “her an”, bitip tükenmez bir Güneştir. Ondan hem kendisi faydalanır; hem de, O’na ayna olduğundan; başkalarına da yansıtır. Onları da yararlandırır.

Tanrı’nın “İlim ve Hikmet Güneşi” olan Kur’an, bu nedenle “en büyük Mürşid”dir. Kur’an-ı, Mürşid-i Azam bilen, O’ndan yararlanan ve “övülmüş güzel ahlaka kavuşan ve Hakkı kabul edene ” gerçek ALİM, ARİF denir. Çünkü “İslam, gerçeği teslim etmek, kabullenmek” anlamındadır. Bunun zıddı, “Batıl yanlış ve eğri’’ demektir.

Ancak, Kur’an-ı Kerim’i bilgin, büyük Veliler yansıtabilir. Kur’an’ın batınını (iç anlamını) da bilen, büyük Velilerdir. Onlar, Kur’an’ı yansıtan “ayna” olarak, halkı “irşad” ederler. Yoksa Mürşid Kur’an’dır deyip, O’nu yansıtan Veliyi (bilgini) bırakmak, demagoji yapmak olur. Çünkü Kur’an, “İlim”dir. “Alim, O’nu bilen demektir. İlmi, ancak bilen, bilmeyene öğretir. Yoksa kimse kendi kendine Kur’an’ın gerçek ilmini(Zahir batın) öğrenemez. Bazı “müstesna” kişiler ayrı. İstisna, kuralı bozmaz. Onlara tasavvufta Üveysiler denir. Veysel Karani’nin Peygamberi(S.A.V) görmediği halde Peygamberden ruhen faydalandığı gibi. KÂİNAT (evren) da, ALLAH’ın GÖRSEL KİTABIDIR. İNSAN DA CANLI KİTABIDIR.

Sonuç olarak; Mürşid Kur’an’dır. Hatta Mürşid-i Azamdır. Ancak Onun, zahir-batın sırlarına eren Arif bir Veli olmadıkça, Kur’an’ın sırrına vakıf olmak olanağı yoktur. Buna SIRRI KUR’AN’A MAZHAR OLMAK DENİR. Ruhu Azam’a vasıl olmayan Allah’ın ilk belirtisi RUHU AZAM HAZRETİ MUHAMMED’İN(s.a.v) RUHUNUN KUR’AN OLDUĞUNU BİLEMEZ. MUKADDES VE İLK RUH, HAZRETİ MUHAMMED’İN RUHUDUR. O GÜNEŞ GİBİDİR. YILDIZLARIN KAYNAĞI GÜNEŞ OLDUĞU GİBİ; MÜMİN RUHLARIN KAYNAĞI DA RUHU AZAM HAZRETİ MUHAMMED’İN RUHUDUR. Peygamber Efendimiz(S.A.V) buyurur:''Ene minellahi vel muminine minni''(*)(Ben Allahtanım , müminlerde bendendir.)Yani benim ruhumun aslı Allahtır. Müminlerin ruhlarının aslı da benim ruhumdur.BU KUTSAL RUHU AZAM (en büyük ruh) ALLAH’IN KADİM SIFATIDIR. BUNA HAKİKATİ MUHAMMEDİYE DENİR.

Hz. Ali (k.v.) efendimizin, “Ene Kur’anı natık - Ben canlı Kur’an’ım” sözü, işte bu anlamadır. (1) Anlayan anlar…

(1) Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: “Ali, Kur’an ile beraberdir. Kur’an da Ali iledir. (Cennetteki) havuzda bana gelmelerine kadar asla ayrılmazlar. “(Feyz’ül Kadir, C.4, S.356) Taberani, Ümmü Seleme (r.a.) annemizden.

Ayrıca; Hz. Ali (k.v.) buyurur: “Ben Kur’an-ı Kerim’in her Ayetinin nerede , ne hakkında ve kim hakkında nazil olduğunu bilirim.” (ibn Sad-Tabakat, Buhari ve Müslim)

Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: “Benden sonra Ümmetimin bilgini, Ebu Talip’in oğlu Ali’dir.” (Selman r.a.’den) Bakınız: Hz.Peygamberin dilinden Dört Halife, A.Fikri Yavuz İst.-1981

Sevgili Peygamberimiz buyurur: “Kur’an ile insan aynı batındandır.” (Lübb’ül-lübb-Özün Özü, Muhyiddin Arabi, S.30, Çev.A.Akçiçek, Rahmet Yayın 1968 - İst.)

Bu Hadisi Şerife göre; Ruh-u Evvel, Ruh-u Azam olan büyük Muhammedi Ruh ile Kur’an-ı Kerim aynıdır. İnsan-ı Kamil-Adem’in nefsi Kur’an’dan başkası değildir. Hz. Şah-i Velayet İmam-ı Ali Alaeyhisselam’ın, “Ben Canlı Kur’an’ım” demesi bu gerçeği bildirir. Hz.İmamı Ali'nin ''Ene noktatun taht-ı ba''(Besmelenin ''BA HARFİ'' nin altındaki nokta benim) kutsal sözü de bu anlamadır. Çünkü Kur'an'ın''BESMELEDE'' besmelenin de 'BA' harfinin altındaki noktada gizlendiğini hem Aliyyel Mürteza Efendimiz hem de Ehl-i Tasavvuf beyan etmektedir.


KÂZIM YARDIMCI/ADIYAMAN

Ruhuazam Ruhun Halleri Hakkında

Ruhun Halleri Hakkında Kısa Bir Açıklama:

Ruh Allah’ın emrinden (hal-durumundan) , zati sıfatından bir mukaddes Nuru Zatidir ve aslında şekli yoktur. Girdiği kalıbın şeklini alır( su gibi suyunda şekli yoktur, girdiği kalıbın şeklini alır.) Ruhun (nuri ilahinin aslında cinsiyeti de yoktur.) Allahın bu zati nurundan olan ruhu Adem’e üfürünce Adem’in şeklini almıştır. Havva’ya üfürünce Havva Anamızın şeklini almıştır ve ruhun aldığı bu şekli Allah kişileştirmiş (fiilden faile) özneye dönüştürmüştür. Zira ruh-nur olarak, ışık gibidir. Soyuttan özneye dönüşüp şekil alınca kişiselleşmiş, özneye dönüşmüştür. Eylem veya sıfat eylem gibi. Rüyada gördüğümüz insanların cesedi değil, cesedi suretindeki ruhlarıdır. Onun için cesetten çıkmakla ruhlar yok olmazlar, ölen cesettir.
Birde şu vardır: Latif durumda olan ruh, cesetde kesifleşebilir. (yoğunlaşma) Bu duruma düşünce ona cismani (yoğunlaşmış) ruh denir. Benzinin mazotlaşması yada ziftleşmesi gibi. Allah dilerse tekrar mazotu-zifti latifleştirir. (Ham petrolün benzine dönüşmesi gibi) Buna tasavvufta, tezkiye (paklanma) denir. Kuran bu durumu beyan buyurmuştur:
‘’Tezkiye olan- temizlenen, arınan kurtuldu’’ (A’la-14)
İşte tasavvufta seyri-süluk Tanrı yolunda seyretme- ilerleme; bu tekrar nur âlemine yükselip tezkiye (paklanma) olayıdır. Allahın sıfat nurlarına karışmak daha ileri geçebilirse zati nura kavuşmak. Bu duruma(hal) fenafillah- Allahta yok olma denilmektedir. Yani salikin-Tanrı yolcusunun ruhunun sıfat nurlarını aşıp, zati nurunda yok olması, tekrar geldiği ilk duruma kavuşması, Tevhid (Vuslat) bu durumdur. Allah’tan gelip tekrar Allah’a dönüp-kavuşmak olayına Tasavvufta ‘’Kavsı Nuzul’’(İniş yayı-yarı daire çizgisi), dönüşe ‘’Kavsı Uruc’’ (tekrar yükselme-yarı daire çizgisi) denir.
‘’GELİR BİR BİR
GİDER BİR BİR
KALIR BİR’’
SONSUZ NUR OLAN BÜYÜK ‘’BİR’’. Sınırsız, sonsuz bir tek NUR DERYASI-Bahri zat denizi.
Ve Niyazi Mısri Hazretleri kendi kendine buyuruyor:
‘’Ey Niyazi Bahrı Zata dala gör’’
Kutsi ruh bazen fiil sıfat olarak konuşur. O zaman kendisi değildir, Sıfatı İlahi olarak konuşan, yani Zat (özne) konuşmaktadır. Sonra Zat(özne) Allah; ruhu kudreti ile fiil halinden, Faile (Özne) dönüştürür. Bu durumda kutsi ruh kendini görür. Büyük Zat özneyi de(ALLAH’I) görür. Zat denizinde bir köpük kadar olduğunu müşahede eder ve bu defa Zat’ın kulu olarak konuşur. Arif dervişler bu durumu bildiklerinden İNSAN-I KÂMİL’İN, hangi mertebede-makamda (Durumda) konuştuğunu sezinler. Ona göre tavır alırlar. Bu durum, Peygamberlerde bilhassa İsa (A.S) da ve velilerde de görülür. Hazreti Ali’de(A.S), Seyyid Abdülkadir Geylani de(A.S), bir kısım Nebide ve velide de bu durum-hal değişikliği olabilir. Buna Sıfattan, Zata(özneye), zattan(Zamirden-ö zneden) sıfata dönüş denir.
Büyük Arif veli Hazreti Seyyid Ahmet Rufai Efendimiz, bu nedenle ‘’İnsan-ı Kamil’in durumunu tam fehmetmek mümkün değildir.’’ buyurmaktadır. Ruhi kutsinin tam tekamülü, ilk Ruh-Ruhu Azam (Allahın ilk teayyünü belirtisi) Hazreti Peygamber Aleyhisselam’ın pak ve mukaddes Hakikat Güneşi olan ruhu ile özdeşleşmekle mümkündür. Hakikatı Muhammediyye sırrına mazhar olmaktır. En kâmil şekilde bu ruhani değişikler Peygamber(A. S.V)da da görülmüştür. Anlatan Mevlana Celaleddini Rumi yada Muhyiddini Arabi'dir. Hatırımda kaldığı kadarıyla, onların eserlerinin birinde rastladım.
‘’Efendimiz(S. A.V), bir gün odasında yalnız başına otururken, Ayşe Validemiz kapıyı açıp giriyor ve Hz. Muhammed(S.A. V) den şu ses geliyor.
-Sen kimsin?
Ayşe Validemiz
–Ben Ayşeyim. Diye cevap veriyor. Efendimizden tekrar seda geliyor.
-Ayşe kimdir?
Ayşe validemiz, cevap veriyor.
-Ayşe Ebubekir’in kızıdır.
Efendimizden tekrar şu seda geliyor.
-Ebubekir kimdir?
Ayşe validemiz cevap veriyor.
-Ebubekir, Muhammed(S.A. V)’in kayınbabasıdır. Efendimizden( S.A.V) tekrar ve şu çok ilginç seda geliyor.
HZ:MUHAMMED KİMDİR?
Bunu işiten Ayşe validemiz donup kalıyor. Yani tasavvufta buna Ruhun hal-durum değişikliği deniyor. Ruh bazen sıfat olarak konuşuyor. O zaman Cenab-ı Hak konuşuyor. Bazen de özne-faile dönüşüp özneleşmiş ruh olarak konuşuyor. O zaman kul olarak konuşmuş olur ve ‘’RABBIM DİYOR Kİ’’ der. Bazen de kendisi Rabmış gibi konuşur. O zaman ruh fiil-sıfat haline dönüşmüş oluyor.
Bu hal(durum) değişikliklerine örnek şudur: bir buz parçasının eriyip, suya dönüşmesi su(deniz) olmasıdır. Bu durumda buz parçası buzluk durumundan tecerrüd edip, tamamen soyutlaşmıştır. Bu durumda ondan gelen ses, denizin sesidir. Bazen de tekrar sudan buza dönüşür. Bu durumda tekrar somutlaşıp, sıfat halinden özne duruma geçer. Bu durumda aslı denizde olsa, ondan gelen ses buzun sesidir. Denizin içinde denizin küçük bir belirtisi olarak kendini görür. Bu durumda sanki ondan gelen ses ‘’deniz’’ adınadır. Sanki denizin bir ‘’KULU’’ gibi.
Kutsi ruh da öyledir. Bazen kendi öznesinden tecerrüd eder, soyutlaşır. Kendi ‘BEN’ ini kaybeder. Bu durumda o kutsi ruhtan gelen ses, doğrudan ‘’RAB’’ bın sesidir. ‘RAB’ gibi konuşur veya ‘RAB’ olarak konuşur. Bazen tekrar kendi benine dönüşüp (özneleşip) ‘’Büyük Ben’ in bir belirtisi olarak ‘RAB’ adına konuşur.
Tasavvuftaki örnek Fenafillah ve Bekabillahtır. Fenafillah: Ruhun, Allah’ta ilahi-zati nurda eriyip yok olmasıdır. Buzun, denizde eriyip yok olması gibi. Bu durumdaki velinin ruhu, ‘ALLAH’ gibi konuşur. Kendi konuşmaz ; Allahu Taala, onu istila etmiş, kendi nurunda yok etmiştir. Bu hala(duruma) tam tecerrüt (soyutlanma) hali deniyor.
Tecerrüt(soyunmuş ) etmiş velinin ağzından ‘Ben Hakkım, Ben Allahım’ sözü de çıkabilir. Hz. Musa’ya ağaçtan : Ya Musa
‘’İnni Enallahu Raabul Alemin’’ -Ya Musa ben Allahım–Alemlerin Rabbıyım ’’(Kasas-30) ayet dediği gibi.
Bakınız; Niyazi Mısri ‘’Ey Niyazi Bahri Zata dalagör’’ yahut ‘’ Tecerrüt et, zat denizinde yok ol’’ diyor ve delil olarak sözünü ettiğim ayeti kullanıyor ve şu soruyu soruyor: ‘’Acep sırdır inni Enallah Naresin’’-Bu sır nedir? Ağaç diyor ki( Nare-yüksek sesle) 'ben Allahım'. İşte burada Nur olan Allah ağacı istila ediyor. Ağaç Allah’ın nurunda yok oluyor. Orada Allah, ağaç mertebesine tenezzül buyurup ‘’Ben Allahım’’ diye Hazreti Musa’ya hitap ediyor. Bekabillah durumu ise şöyle; ‘O denizde yok olan-eriyen buz diyelim ki, yine eski şeklinde denizde buz olarak inşa edildi, yapıldı. (Ancak bu denizden yapılan buz artık o eski buz olamaz. Şeklen benzer ama yapısı denizin suyundandır. Tuzlu su, tuzsuz su olan ilk buza benzemez. Bunun gibi, zat denizinde- nurda eriyip yok olan Nebinin ve Velinin ruhunu da tekrar şeklen inşa edip Ona ‘’Beka elbisesini giydiren Allah, artık onu zat denizinde(Nurundan) oluşturmuş olur. Tekrar onu soyut durumundan somut duruma( özne haline-kişiliğ e kavuşturma olayı, durumu(hali) ) ‘’Desti Kudret (Allahın eli) bunları yapmaya kadirdir. Allah Muhavvilul Ehvaldir (Halleri tahvil eden-dönüştüren) halden hale dönüştürüp, durum değişikliği yapan yüce kudret).
Bekabillah haline dönüşen Veli’nin kutsi ruhu ise Allah adına konuşur. Hatip ve muhatap olur. Allah onunla, O da Allah ile konuşur ve büyük ‘’Ben’’ Allahın huzurunda kendini küçük ve fakat ‘İlahi Benini’ görür. İlahi bir kişilik kazanmıştır O veli veya Nebinin, kutsi ruhu. Fakat Allah dilerse O’nun ruhuna da galip olabilir. O zaman o veliden de bazen ‘’Hakkım, ben oyum. Ondan başkası değilim.’’ Gibi sözler işitilebilir. Ancak Fenafillah olan Veliye göre daha temkinlidir, ara sıra olur. Allah kendisine galip gelirse ne yapabilir. Böyle sözler çok Kamil Velilerden de işitilmiştir. Hazreti Cüneydi Bağdadinin,
‘Otuz yıldır Cüneyt, Cüneyt derlerde şu cübbenin içinde Allah’tan başka kimse yoktur’’ sözü gibi.
Beyazıdı Bestami Hazretlerinin
‘’ Subhane Maazeme Şani-Şanı Azametimi tesbih ederim’’ sözü gibi. Daha bir çok velilerden bu gibi sözler işitilmiştir. Mevlananın;
‘’Hepsi, her şey sensin.
Sensin diyen de sensin’’
Sözü vardır. Sanki Tasavvuf ve Evliya tezkirelerinde yalnız Mansur’’Enel Hak-Ben Hakkım’’ demiş. Birçok yüksek veliden de böyle sözler işitilmiştir. ‘’ Acep sırdır şecer (ağaç), inni Enellah naresin. Bu sır nedir? Ağaç Hazreti Musa’ya dedi ‘’Ya Musa ‘’ben Allahım’’
Hemeost (Hepsi O) sırından, başka ne olabilir. Fenafillah olan velinin kutsi ruhu Hz.Musaya hitaben ‘’Ben Allah'ım’’(Kasas-30) diyen ağacın durumudur.
Mevlana Celleddini Rumi, ‘’Aşk kulu(köleyi), Mevla eder’’ buyuruyor.
Pakistanlı İkbalde ‘’Aşk, Mevlayı kul köle eder.’’ Der. Yunus’un
‘’Sen çıkarsan aradan,
Kalır seni yaradan’’
Sözü meşhurdur. Bu konudaki Hazreti Fuzulu’nin tesbiti en açık en doyurucu olanıdır. Bu nedenle bu konudaki Fuzulu'nin dizelerini, sizlerin anlayışına arz ediyorum.
‘’Aşktır o zevki Kâmil kim andandır müdam
Meyde Neşvü pür hareret neyde tesiri seda
Bırakmaz halvet sarayı sırrı vahdet mahremi
Aşıki maşukiden, maşuku Aşıkiden cüda
Vadi i Vahdet Hakikatte makamı aşktır.
Çün muşahhas olmaz ol vadide sultan-ı Geda’’
Son beyitin Türkçe anlamı şudur.
’’TEKLİK YERİ GERÇEKTE AŞK MAKAMIDIR.
ÇÜNKÜ AŞK MAKAMINDA SULTAN(EFENDİ ) İLE YOKSULUN(HİZMETÇİ NİN) TEŞHİŞİ(AYRI GÖRÜNMELERİ) MÜMKÜN OLMAZ’’ O MAKAMDA İKİ AYRI KİŞİ YOKTUR. CAN CANAN, CANAN DA CAN OLMUŞTUR. MECNUNUN LEYLA, LEYLANIN MECNUN OLDUĞU GİBİ.(ÇÜNKÜ LEYLANIN KANI MECNUNUN AZASINDA(damarları nda-hücrelerinde) DIR. (Fuzuli)
Makamı Vahdette-Vuslatta ikilik yoktur. Güneşin şafağı ve güneş diye, denizin köpüğü ve deniz diye iki şey yoktur. Şafak yok güneş vardır, köpük yok deniz vardır. Kutsi ruh, memba-ı ve mebda-ı olan Allah’a kavuşursa(vuslat ederse kul ve rab diye iki var olmaz) O makamda Rab vardır, Abd(kul-köle) yoktur. Vuslatta iki şey yok, kulda Rabbın nurunda yok olursa artık kul yok, bir tek ezeli nur olan Rabı Aziz vardır. Vuslatta ikilik yok 'Bir' lik vardır. Canan var. Can cananda buzun denizde eriyip yok olduğu gibi erir, yok olur. Artık buz yok, bir tek deniz vardır.
‘’Ruh sığmaz cesedin mahpesine pür heyacan
Kalamaz şevki hüda maddede mahsur gibi''

''Bırakın safsatayı, felsefeyi
Aklınız dolduramaz bir kefeyi
Sırri hilkat dolu diğer kefede
Olamaz ona ölçü felsefede’’


             (Enis Behiç Koryürek-Varidatı Süleyman Çelebi isimli şiir kitabından)

Ruhuazam ve Ruhun Varligi Kuran"da

Kur'an-ı Kerim'de Ruh

Allah Teala, Hz.Adem'le başlayıp Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v) ile son bulan vahiy süreci içersinde insan oğluna bir çok gaybi meselede bilgilendirmiştir. Madde dışı aleme dair bilgilerden sağlıklı ve güvenilir olanı sadece Allah'ın peygamberleri aracılığıyla insanlara ulaştırmış olduğu bilgilerdir.

Kur'an-ı Kerim'de ruh kelimesi değişik bir kaç anlamda kullanılmıştır.
1)Allah Teala, Hz.adem (a.s.)'ın cesedini topraktan şekillendirdikten sonra ona kendi ruhundan üflemiş ve böylece Adem (a.s.) hayat kazanmıştır. Yine insanı ana rahminde yarattıktan sonra, ona kendi ruhundan üflemiş ve onu ruh sahibi bir insan haline getirmiştir.
  • O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir... (Secde Suresi 7-9)
  • Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım." "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın." (Sad Suresi 71-72)
2) Ruh kelimesi Cebrail (a.s.)'ın karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda "Ruhul-Kudüs" ve "Ruhul-Emin" terkipleri ile geçmektedir.
  • Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. .....(Bakara Suresi 87)
  • Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Resûlüm!) Onu Rûhu'l-Emîn (Cebrail) indirdi..Senin kalbine; uyarıcılardan olman için. (Şura Suresi 192-194)
3) Ruh kelimesi ile Allah Teala'nın vahyi yani ayetleri kastedilir.
  • Allah meleklerini, vahyi (ruh) ile kullarından dilediğine göndererek...(Nahl Suresi 2)

Ruhuazam ve Gayb"in Kapilari...

Ruhuazam ve Gayb"in Kapilari...

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

«Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.» (BAKARA SURESİ/3)

«(Allah:) "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim.".» (BAKARA SURESİ/33)

«Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.» (AL-İ İMRAN SURESİ/44)

«Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırt edinceye kadar müminleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak değildir. Ama Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve elçisine iman edin. Eğer iman eder ve sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.» (AL-İ İMRAN SURESİ/179)

«De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?".» (EN'AM SURESİ/50)

«Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır.» (EN'AM SURESİ/59)

«O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (her şey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır.» (EN'AM SURESİ/73)

«De ki: "Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.".» (A'RAF SURESİ/188)

«Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: "Özür belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O'nun elçisi de. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen'e döndürüleceksiniz ve O, yaptıklarınızı size haber verecektir.".» (TEVBE SURESİ/94)

«Bir de derler ki: "Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!.." De ki: "Gayb yalnızca Allah'ındır, siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.".» (YUNUS SURESİ/20)

«"Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir.".» (HUD SURESİ/31)

«Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.» (HUD SURESİ/123)

«Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf'un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin.» (YUSUF SURESİ/102)

«O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir.» (RA'D SURESİ/9)

«Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah her şeye güç yetirendir.» (NAHL SURESİ/77)

«De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.".» (KEHF SURESİ/26)

«Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan vaat etmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir.» (MERYEM SURESİ/61)

«Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.'.» (ENBİYA SURESİ/49)

«Gaybı ve müşahede edilebileni bilendir; onların ortak koştuklarından yücedir.» (MÜ'MİNUN SURESİ/92)

«De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar.".» (NEML SURESİ/65)

«İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur.» (SECDE SURESİ/6)

«İnkâr edenler, dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiç bir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır.".» (SEBE' SURESİ/3)

«Oysa daha önce onu inkar etmişlerdi; onlar uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı (dil uzatıyorlardı).» (SEBE' SURESİ/53)

«Hiç bir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden 'içleri titreyerek-korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır.» (FATIR SURESİ/18)

«Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı bilir.» (FATIR SURESİ/38)

«Sen ancak, zikre (Kuran'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.» (YASİN SURESİ/11)

«De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahede edilebileni bilen Allah'ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin.".» (ZÜMER SURESİ/46)

«Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı görendir.» (HUCURAT SURESİ/18)

«Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir.» (KAF SURESİ/33)

«Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır, böylece yazıp-duruyorlar?» (TUR SURESİ/41)

«Gaybın ilmi onun yanında da o mu görüyor?» (NECM SURESİ/35)

«And olsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.» (HADİD SURESİ/25)

«O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur.» (HAŞR SURESİ/22)

«De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.".» (CUM'A SURESİ/8)

«Gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, Aziz (üstün ve güçlü), Hakim (hüküm ve hikmet sahibi)dir.» (TEĞABÜN SURESİ/18)

«Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O'nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir ecir vardır.» (MÜLK SURESİ/12)

«Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar?» (KALEM SURESİ/47)

«O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.).» (CİN SURESİ/26)

«O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.).» (TEKVİR SURESİ/24 )

Burclar ve Esmaul-Hüsna Sirri


                                   Burclar ve Esmaul-Hüsna Sirri


EÜZÜ BiLLAHi MiNES SEYTANiR RACiM BiSMiLLAHiRRAHMANiRRAHiM RABBi YESSiR VE LA TÜASSiR RABBi TEMMiM BiL HAYiR...

 

Tevfik ALLAH CELLE CELALUHU“dan,hizmet bizden,ragbet ve tesvik“de Sizlerden...

 

1.Andolsun biz, gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onu süsledik. (Hicr Suresi, 16. Ayet)

 

2. Gökte burçları var eden, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir. (Furkan Suresi, 61. Ayet

 

3. Burçlar sahibi gökyüzüne, (Büruc Suresi, 1. Ayet

 

(Furkân Sûresi'nde geçen "Gökte burçlar yaratan ve orada bir kandil ve nurlu bir ay yapan Allah'ın şanı ne yücedir."(Furkan, 25/61) âyetinin

 

Burclar Insanoglu üzerinde HAK“tir ve etkisi yüksektir ASTROLOJI ilmi vardir ve inkar edilemez cünkü ALEMLERI kabul etmemek KURAN ile diger 3 büyük SEMAVI Dinlere karsi gelmek demektir, ve asil gercek olan 650 Yili ve 780 Yili arasinda daha ASTROLOJi nedir bilmeyen BATI Ülkeleri ve Yobaz ARAB Kitasi Astroloji Gezegenlerin isimlerini tek tek Hz.MUHAMMED MUSTAFA s.a.v Soyundan gelen 12 iMAM olan 6“nci iMAM CAFERi SADiK a.s yani MEHZEPLERiN Dedesi ve EHLiSüNNET Kudreti elinde olan Büyük Zat“in bulusu ile olmustur bu ASTROLOJi ilmi..tabi Kitablar Yok edilmis ve iSViCRE (Basel) Sehirmerkezinde tekrar basilip dagitilmistir...Güya Avrupalilar bu ilmi bulmus gibi oldu iSLAM Garib kaldi..

12 Burc Gercek isimler...


1- Hamel 2- Sevr 3- Cevza 4- Seretan 5- Esed 6- Sünbüle 7- Mizan 8- Akreb 9- Kavs 10- Cedi 11- Delv 12- Hut bütün bu BURCLARIN 12 Rakam olmasi ilginc tarafi ALLAH c.c Ebced rakami 66 Sirrina gizlidir hesab edersek 6+6 Toplam=12 eder buda INSANLARIN üzerindeki BURCLARIN etkisi yine ALLAH CELLE CELALUHU tarafindan verilmesidir yani ENERJI Akiminin büyük etkisi veriyor bizlere.

 

1.) YASIN SURESi 39.AYETi (Aya“da menzil menzil ona miktarlar biçmişizdir, nihayet dönmüş eski urcun gibi olmuştur) ELMALI HAMDI YAZIR meali

Ayetin Arapçası

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ

Vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm(kadîmi)

 

 

Bu KURAN-MEALiN Sirri LEDüNI ilmi ile anlasilacak kadar Gizlenmisdir cünkü burdan AY Gezegeni ile bazi Sifreler verilmektedir biz INSANLARA,simdi AY Ebcedi 24 olup bunu 3 Gezegen (Günes-Dünya-AY) ile bölersek 8 Rakami cikiyor karsimiza cünkü AY Uydu olarak bizim Dünyamiza bagli ve biz Dünya olarak Enerji yapimizi Günes Gezegeninden aliyoruz buda 3 Rakami cikartir karsimiza.Gelelim bizim 8 Rakamin Sirrina TAKSIM ettirmek icin devamli AY gezegenin Sirri yada diger Gezegenlerin Uydularindan yola cikarsin.Yasadigimizin hangi Yil oldugunu örnek 2012 de AY Gezegenin hangi Aylarda daha etkili olacagini hesab etmek icin 2012 rakamini 8 ile TAKSIM edeceksiniz 251.5 eder ve 365 Gün icinde sayin bakalim hangi Güne ve Aylara denk geliyor ozaman AY Yörüngesini bulmus olursunuz!

Kuşkusuz ki 1400 sene evvel Ay'ın yörüngesi hakkında bilgi sahibi olmak mümkün değildi.Günümüz teknolojisi ve bilgi birikimi ile tespit edilebilen bu şeklin,Kuran'da böylesine kusursuz bir benzetme ile bildirilmesi,Kuran'ın bir başka bilimsel mucizesidir.Ayrica Bilim Adamlarin yaptigi arastirma tamamen ILIM Kitablarina dayanarak arastirmalar yapmakta ve bu sekilde INSANLARA kendince BILIM herseyi buluyor ifadesini vermektedir!Bilimadamlarin genelde Arab yarimadasinda cikmasi bi baska Boyut kazandiriyor olaya sühpesiz ALLAH c.c her Kavimin icinde birer MELEK görevlisi birakmis bunlara EVLIYA yada AliM sifati olarak bakilmaktadir,bu yüzden her EVLIYALARDA veya ALIMLERDE NUR Ruhaniyeti teceli eder buda ALLAH c.c Kuranda bizlere net bi sekilde izah etmekte(Namaz kılın,zekatı verin ve ruku edenlerle ruku edin." Bakara Suresi 37.Ayet) yani RUKU edenlerle RUKU edin EVLIYALAR mertebesidir bu mertebe Hz.IMAM Ali r.a Efendimizin Silsiliyesi olarak HALKA tabiri ile baslamistir cünkü baska bi KURAN SURESIN“de ALLAH c.c bizlere acik beyan etmekte KADER yanlizca ALLAH c.c elinde oldugunu O dilerse bizi DOGU yada BATI“ya Yönlendirir (DEKi“DOGU“da ALLAH“INDIR,BATI“da.O DILEDIGINI DOGRU YOLA YÖNELTIR.)Bu yüzden biz INSANLAR hic bir zaman birilerine bagli kalmamiz dogru olmaz ALLAH c.c bizlere KURAN Kitabini vermis kendi ISLAMIYETIMIZI biz bize ögretelim disardan gelen bi sözde FETVA veren VAAZ verenin lafi degil ALLAH CELLE CELALUHU Kelami Lafzasi önemlidir herkes herseyi söylebilir KURAN icinde AYETLERI tek tek Cimbiz seklinde cikartip kendince manalar cikartabilir ama unutmayalimki KURAN bir bütündür ve asla parca parca okunmamali ya Evvel olan FATIHA Suresinden baslarsin yada baslamasin ve kendini NEFSiNE yenik düsürürsün SEYTAN dedigimizi IBLIS zaten INSANIN icinde gizlidir yani SEYTANI baska yerlerde aramak yanlis olur!

BURCLAR ve  DOST ile DÜSMAN SISTEMI

KOC:YILDIZI MERIH-TABiATi ATES-DOSTU iKiZLER-DÜSMANi YENGEC

BOGA:YILDIZI ZÜHRE-TABiATi TOPRAK-DOSTU YENGEC-DÜSMANI ASLAN

IKIZLER:YILDIZI UTARiT-TABiATi ATES-DOSTU ASLAN-DÜSMANI BALiK

YENGEC:YILDIZI AY-TABiATi SU-DOSTU BOGA-DÜSMANI KOC

ASLAN:YILDIZI GÜNES-TABIATI ATES-DOSTU IKIZLER-DÜSMANI BOGA

BASAK:YILDIZI UTARiT-TABIATi TOPRAK-DOSTU AKREP-DÜSMANI YAY

TERAZi:YILDIZI ZÜHRE-TABIATI ATES-DOSTU YAY-DÜSMANI OGLAK

AKREP:YILDIZI MERiH-TABiATi SU-DOSTU BASAK-DÜSMANI KOVA

YAY:YILDIZI MÜSTERI-TABiATi ATES-DOSTU KOVA-DÜSMANI BALiK

OGLAK:YILDIZI ZÜHAL-TABIATI TOPRAK-DOSTU BALIK-DÜSMANI KOC

KOVA:YILDIZI ZÜHAL-TABIATI ATES-DOSTU KOC-DÜSMANI AKREP

BALIK:YILDIZI MÜSTERi-TABiATi SU-DOSTU BOGA-DÜSMANI iKiZLER

Hem Burcu hemde Yildizi Dost olan iki Insan arasinda daima fevkalade bir anlasma olur ve buna biz 1 Sinif Mertebe deriz,yanliz Burcu veya yanliz Yildizi Dost olanlar arasinda orta derece biz buna 2 Sinif Mertebesi deriz bu imtizaca Burc ve Yildizi Düsman olanlar arasinda ise Ademi imtizaca hüküm edilemektedir buda bir tecrübe anlasilmaktadir.

BURCLARiN AYLARI-GÜNLERi ve GECELERi

BURCLAR-AYLARI-GÜNLERi-GECELERi

KOC-MART-SALi,CUMARTESi-CUMA

BOGA-NiSAN-CUMA-PAZARTESi

IKIZLER-MAYIS-CARSAMBA-PAZAR

YENGEC-HAZIRAN-PAZARTESI-SALi

ASLAN-TEMMUZ-PAZAR-PAZAR

BASAK-AGUSTOS-CUMA-CARSAMBA

TERAZi-EYLÜL-CUMA-CUMA

AKREP-EkiM-CUMARTESi-PERSEMBE

YAY-KASiM-PERSEMBE,PAZAR-CUMARTESi

OGLAK-ARALiK-CUMARTESi-PAZAR

KOVA-OCAK-PAZARTESi-CARSAMBA

BALiK-SUBAT-PERSEMBE-CUMA

Yukardaki cetvelden gördügünüz gibi mesela hangi Burcun hangi Günlerde Dualar ve Esmaul-Hüsnalari okumak isterseniz ona göre tedbirinizi alir öyle niyet ederek DUA ve NiYAZ edersiniz.Burda Dikkat edilecek GÜNLER ve GECELER sistemidir cünkü AY ve GÜNES büyük etki oynuyor INSANOGLU üzerinde en ziyade dikkat olunacak nokta yapilacak DUA veya ESMAUL-HüSNA kendisine mahsus olan Saatlerde tesadüf ettirilmesi ve BUHURUN yakilmasidir.Ayrica unutmayinki her ne OKUMALAR yada NIYAZLAR yapiliyorsa okunacak DUA veya ESMAUL-HüSNA tam bi ittikat ihlas kalb ile temiz IMAN ile okunmali asla ALLAH c.c  huzurunda pazarlik etmemeli ve haddini asmamali,cünkü yazilacak yada okunacak DUA ve ESMA tertibi en münasib zamani GECE yarisi yani SEHER VAKTI olur ve GüNES DOGMADAN Evvel olan ZAMAN dilimidir!

YILDIZLARIN SAAT ve ETKILER:

SEMS-ZÜHRE-MÜSTERi-AY UGURLU YILDIZLARDIR

MERiH UGURSUZ YILDIZLARDANDIR

UTARiT BiRLESMiS VE UYUMLUDUR.IYI Ile IYI,KÖTÜ Ile KÖTÜ olur...

 

Not: ASTROLOJi ilmi Yoktur diyen YOBAZ ve BAGNAZ Zihniyete El-Cevab ALLAH Celle Celaluhu gönderdigi hangi Peygamberler ASTROLOJi yani SiMYA ilmi olmadan Feyz aldi bu ALEM“de..Hz.MUHAMMED MUSTAFA s.a.v Mucizesi yoktur diyen (KAFiRLERE) gelecek olan Köse yazimda buna Genis bi Yer verecegim iNSALLAH...

Elmali Ali


Twitter adresim : @RUHUAZAM2012

http://www.facebook.com/elmali.ali